10 Haziran 2013 Pazartesi

KIRIM KONGO KANAMALI ATEŞİ

KIRIM KONGO KANAMALI ATEŞİ
Kırım-Kongo kanamalı ateşi (KKKA) ilk kez 1944 ve 1945 yılı yaz aylarında Kırımda görülmüş,kene kaynaklı bir enfeksiyondur.
İnsanlar virüsü;
  • Enfekte kenelerin yapışması/kan emmesi sırasında salgıladıkları tükürük salgısı ile,
  • Enfekte kenelerin çıplak elle ezilmesi sırasında temasla,
  • Hasta hayvanların kan ve dokuları ile temasla,
  • Hastalarla (kan ve diğer vücut sıvıları)temas ile olmaktadır.
Genel olarak mayıs ve ekim ayları arasında görülür.
Kırım-Kongo kanamalı ateşi için kimler risk altındadır?
Hastalık için çiftlik çalışanları, çobanlar, kasaplar, mezbaha çalışanları, et ve et ürünleri ile uğraşanlar, tarım çalışanları ve hayvancılık ile uğraşanlar, veterinerler, hasta hayvan ile teması olan ve akut hastalarla temas olasılığı bulunan salgın bölgelerde görev yapan sağlık personeli, askerler, kamp yapanlar risk altındadır.
Kene ısırığında ne yapılmalıdır?
Yapışan keneler kesinlikle öldürülmeden, ezilmeden ve kenenin ağız kısmı koparılmadan, bir pensleveya keskin uçlu cımbızla doğrudan düz olarak, döndürmeden yavaşça çekilip alınmalıdır. Isırılan yer bol sabunlu suyla yıkanıp, alkolle temizlenmelidir.Çıplak elle keneye temas edilmemeli eğer elle tutulacaksa eldiven giyilmeli veya naylon bir poşet yardımı ile keneler toplanmalıdır. Vücuttaki kenelerin üzerine herhangi bir kimyasal madde (alkol, klonya, gazyağı v.b) dökülmemeli, sigara veya ateş kullanarak keneler uzaklaştırılmamalıdır. Çünkü bu maddeler kenenin kusmasına sebebiyet vereceğinden hastalık bulaştırma riskini artırmaktadır. 
Kırım-Kongo kanamalı ateşi virüs bulaştıktan ne kadar süre sonra ortaya çıkar?
Kuluçka süresi genellikle 1-3 gündür ,virüsü içeren kan ve diğer doku ya da atıklar ile temastan sonra genel olarak bu süre 5-6 gündür ve 14 güne kadar uzayabilmektedir.
Kırım-Kongo kanamalı ateşine yakalanmış insanlarda hastalık belirtiler nelerdir?
İnsanlarda; hastalık ateş, üşüme-titreme yaygın kas ağrıları, bulantı-kusma, ishal, yüzde kızarıklık, karaciğerde büyüme ve kanama ile kendini gösterir. Ateş, kırıklık, kas ağrısı, iştahsızlık, baş ağrısı, aşırı duyarlılık, sırt ağrısı, kol ve bacaklarda ağrı, mide bölgesinde ağrı, bel bölgesinde ağrı gibi belirtiler ile ani olarak başlamaktadır. Bazen bu bulgulara kusma, karın ağrısı ve ishal ilave olabilmektedir. Gövde ve kol ve bacaklarda cilt içi kanama görülebilir. Burun kanaması ve değişik alanlarda kanama bulguları bulunabilir. Karaciğer iltihaplanma bulgusu genel olarak bulunmakta ve  karaciğer büyümüş ve hassas olabilir.
Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi Nasıl Kontrol Edilir ve Nasıl Korunulur?
Hastalığın bulaşmasında keneler önemli bir yer tutmaktadır. Bu nedenle kene mücadelesi önemlidir fakat oldukça da zordur.
1. kenelerin bulunduğu alanlardan kaçınmak gerekir.  
2.  Kenelerin yoğun olabileceği çalılıklara,otlaklara  giderken çıplak ayak yada kısa giysiler ile gidilmemelidir.  
3. Bu alanlara av yada görev gereği gidenlerin lastik çizme giymeleri, pantolonlarınınpaçalarını çorap içine almaları,  
4. Görevi nedeni ile risk grubunda yer alan kişilerin hayvan ve hasta insanların kan ve vücut sıvılarından korunmak için mutlaka eldiven, önlük, gözlük, maske v.b. giymeleri gerekmektedir.
 5. Gerek insanları gerekse hayvanları kenelerden korumak için haşere kovucu ilaçlar olarak bilinen böcek kaçıranlar dikkatli bir şekilde kullanılabilir.  

Kaynak: hematolojika.com

Yayınlayan: Unknown03:17

Kemik İliği - Kök Hücre (Stem Hücre) Nakli

Kemik İliği - Kök Hücre (Stem Hücre) Nakli

Kemik iliği veya kök hücre nakli nedir?
Nakilde kullanılan kök hücreler yakın zamana kadar kemik iliğinden elde edildiğinden  bu işleme kemik iliği nakli denir. Ancak son yıllarda kök hücreler özel hazırlık döneminden sonra özel aletlerle damardan toplanarak nakil yapılmaktadır. Bu şekilde yapılan nakile periferik kök hücre nakli denir.
Kaç çeşit hemopoyetik kök hücre nakli vardır?
Kök hücre nakli 2 şekilde olur.1- Hastanın kendisinden kendisine (otolog) 2-Bir başkasından kendisine (allojenik ) . Allojenik kemik iliği nakli doku uyumlu akrabadan (related) veya akraba dışı birisinden (unrelated) olabilir. Kemik iliği naklinde kullanılan çok yüksek doz ilaç  yerine yine son yıllarda düşük yoğunlukta ilaç verilerek ilik  nakili yapılmaktadır. Bu sayede nakle bağlı erken dönemde görülebilen ölüm ve komplikasyonlar azaltılmaya çalışılır. Giderek yaygınlaşan bu tip kemik iliği nakline ise mini veya düşük yoğunlukta allojenik kemik iliği nakli denir.
Kemik iliği nakilleri ile hastalık nasıl ortadan kaldırılır?
Otolog kemik iliği naklindeki amaç normal dozlarda ölmeyen lösemik hücrelerin normalin çok üzerinde ilaç verilerek öldürülmesine dayanır. Allojenik kemik iliği naklinde ise yüksek doz ilaç kullanılmakla beraber amaç lösemik hücrelerin vericinin bağışıklık sistemi hücreleri tarafından öldürülmesidir (graft versus lösemi). Ancak bu sırada vericinin hücreleri alıcının diğer hücrelerini de tahrip eder ve hastada ishal, sarılık ve cilt döküntüleri oluşur (graft versus host hastalığı). Allojenik kemik iliği naklinden sonra ve kullanılan kemoteropatiklere bağlı olarak hastalarda bulantı, kusma ve ağız içi yaralar gelişir. Hastaların hafif ve sulu gıda almaları gerekir, yeterli suyun alınması bu dönemde oldukça önemlidir. Bazen hastaların beslenmesinde ağızdan alınan kalori değeri yüksek hazır solüsyanlardan da istifade edilir. Eğer hasta ağız yoluyla hiç bir şey alamıyorsa ağızdan beslenmesi düzelinceye kadar belli bir süre damar yoluyla beslenir.
Nötropenik (lökosit sayısı düşük ) hastalar ne yiyip içebilirler?
Kemik iliği nakli veya kemoterapi sonrası vücudun savunma hücrelerinden nötrofil lerin sayısı düşer  buna nötropeni denir. Nötropenik hastaların beslenmesi özellik gösterir. Bu hastalar her şeyi yiyip içemezler. Yiyecek ve içeceklerinin enfeksiyon riskini azaltacak şekilde hazırlanması gerekir. Nötrofil sayısı arttıkça diyetteki kısıtlamalar da azaltılacaktır. Öncelikle kullanılan yiyeceklerin son kullanım tarihlerinin geçmemesine dikkat edilmelidir. Yiyeceklere dokunmadan önce ve sonra eller sabun ile yıkanmalı ve kağıt havlu ile kurutulmalıdır.Tabaklar bulaşık makinesinde veya sıcak deterjanlı su ile yıkanmalı ve havlu ile kurutulmamalıdır. Kolay bozulabilen yiyecekler buzdolabında tutulmalı oda ısısında 10-15 dakikadan fazla bırakılmamalıdır. Et gibi kolay bozulabilen yiyecekler bütün olarak ısıtılmalı çiğ bir kısmı kalmamalıdır. Donmuş besinler kullanılacaksa, bir gece önceden besin buzluktan çıkarılarak buzdolabında başka bir yere konmalı veya mikrodalgada çözülmelidir. Artan yiyecekler bekletilmeden hava geçirmez kaplara konularak buzdolabına kaldırılmalıdır. Bu yiyecekler bir günden kısa sürede tüketilmelidir.
İçecekler; Musluk suyu, pastörize edilmemiş süt ve elma şırası dışındaki içecekleri hasta içebilir. Yiyecekler; İyi pişmiş  balık ve et hasta tarafından yiyilebilinir. Ancak tüketilmeye hazır et ve balık ürünleri ile çiğ et, balık ve yumurta içeren ürünlerin tüketilmesi sağlıklı değildir. Paketlenmiş peynir ve pastörize yoğurdu hasta kullanabilir ancak açıkta satılan peynir , tulum peyniri ve lor peynirini tüketmesi uygun değildir. Ekmek ve benzer besinlerden ; ev yapımı kek, pasta ve paketlenmiş ekmeği hasta kullanabilirken tüketilmeye hazır pasta ve kek ile meyve kurusu içeren hazır ürünler kullanılmamalıdır. Meyve ve sebzelerden; Konserve, iyi yıkanmış ve pişmiş her türlü sebzeyi yiyebilir. Meyvelerden kalın kabuklu ezilmemiş muz, kavun, portakal, greyfurt tüketebilir. Çiğ sebze ve salata ile ince kabuklu meyveleri (elma , çilek, şeftali, üzüm, erik )  ve meyve kurusunu hastalar yememelidirler. Temiz olarak hazırlanmış kullanıma hazır sos ve mayonez ile reçel, bal kullanabilirken elde veya temiz olarak hazırlanmayanları  hastalar tüketmemelidirler.
Taburcu oldukdan sonra hastalar restoranlardan 2 ay süreyle uzak durmalıdırlar. Taze dondurulmuş ürünler pişirildikten sonra yenilmelidir.

Kaynak: hematolojika.com

Yayınlayan: Unknown03:15

Myelodsiplastik Sendrom (MDS)

Myelodsiplastik Sendrom (MDS)

Myelodisplastik sendrom genellikle yaşlılarda görülen bir kemik iliğihastalığıdır.Normalde kemik iliği sürekli olarak ölen hücrelerin yerineyeni kan hücreleri yapar. MDS’de ise kemik iliğinde kan hücrelerinin yapım faaliyeti vardır ancak düzensizdir. Buna bağlı olarak kemik iliğinde hücrelerin olgun hale gelmesi bozulur ve anormal hücreler (displastik hücre) meydana gelir. Kan hücreleri olgun hale gelemediği için lökopeni, trombositopeni ve anemi meydana gelir. Hastalığın ileri dönemlerinde ise blast sayısı artar ve zamanla akut lösemiye dönüşür.
MDS’nin sebebi nedir?
Sebebi tam olarak bilinmemektedir. Ancak boya sanayinde ve ayakkabı sanayinde sık kullanılan benzen ile kanser tedavisinde kullanılan bazı kemoterapati ilaçları hastalığın oluşmasına neden olabilirler. Bulaşıcı bir hastalık değildir.
MDS’li hastaların şikayeti nedir?
Sıklıkla anemiye bağlı olarak halsizlik çabuk yorulma oluşur.  Cilt ve dudaklarında solukluk vardır. Şikayetler özellikle uzun süreli yürüme sonucu ve merdiven çıkarken artar. Bazı hastalarda ise yorgunlukla gelen göğüs ağrısı şikayeti oluşur. Bazı  hastalarda ise trombositlerin azlığına bağlı olarak ciltte toplu iğne başı veya mercimek büyüklüğünde kırmızı renkte kanamalar, burun ve diş eti kanamaları görülebilir. Lökosit sayısındaki azlığa bağlı olarak bu hastaların enfeksiyonlara karşı direnci azalmıştır, bu nedenle daha sık hasta ateşli hastalığa yakalanırlar. Gece terlemesi kilo kaybı ve eklem ağrıları nadiren rastlanabilir.
MDS tanısı nasıl konur?  
Yukarıdaki şikayetleri ile hekime başvuran hastaya tam kan sayımı yapılır. Tam kan sayımında kırmızı kan hücrelerinde azalma hemen tüm hastalarda vardır. Lökosit  ve trombosit sayısında azalma gözlenebilir. Periferik yaymanın incelenmesi ile kan hücreleri hakkında bilgi  sahibi olunur. Bu test ile eritrosit, lökosit ve trombositlerin sayı ve görünümleri, hekime teşhis koymada yardımcıdır. Teşhisin kesinleşmesi için kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisi yapılmalıdır. Elde edilen ilik dokusu belirli boyalarla ve Prusya mavisi ile boyanarak mikroskop altında incelenir. Kemik iliğinin bir kısmı ise kromozom tetkiki için kullanılır. 
Alınan periferik kan  ile kemik iliği örneğinin hematoloji uzmanları ve kemik iliğinin ise patologlar tarafından incelenmesi ile teşhis konulur. Kemik iliği materyalinin de genetik uzmanları tarafından analizi ile hastalığın seyri hakkında bilgi sahibi olunur.
 Hastalığın seyri nasıldır?
MDS’li hastalarda lökopeni, anemi ve trombositopeniden 2 veya daha fazlasının varlığı ile blast sayısındaki artış ve bazı kromozom bozukluklarının tespit edilmesi  hastalığın seyrinin kötü olacağını gösterir. Bu risk faktörlerine göre hastalar düşük, orta ve yüksek riskli olmak üzere 3 gruba ayrılır. Riskin artması ile akut lösemiye dönüşme oranı artar ve hastaların yaşam süreleri kısalır. Düşük riskli grupta ortalama yaşam süresi 6 yıl iken, orta riskli grupta 3 yıl ve yüksek riskli grupta ise bir yıldan azdır. Akut lösemiye dönüşme oranı ise düşük riskli grupta %10 iken yüksek riskli grupta %50 ye kadar çıkmaktadır. Yüksek riskli grupta hastaların bir çoğunda enfeksiyonlara ve kanamaya  eğilim artmıştır. Kol ve bacaklar başta olmak üzere vücudun değişik yerlerinde kanama odakları görülür.
MDS’de tedavi seçenekleri nelerdir?
Tedavi MDS’nin alt guruplarına göre değişir. Bu hastalığın tedavisine karar vermek için  hasta, hasta yakını ve hekim tam bir işbirliği içinde olmalıdır.
1-Düşük ve orta riskli grup; Hasta ileri yaşta ise ve anemisi var ise eritrosit süspansiyonu nakli (kan transfüzyonu), eritropoyetin (Eprex) kullanılır. Trombositopenisi olanlarda  trombosit süspansiyonu, lökopenisi olanlarda  lökositleri  uyaran ilaçlar (Neupogen) kullanılır. İnfeksiyon halinde uygun antibiyotiklerle tedavi edilir. Bazı hastalarda kemoterapi yapılabilir. Hasta genç yaşta ise  kök hücre nakli yapılabilir.

2-Orta ve yüksek riskli grup; Tedavi akut myeloid lösemi tedavisine benzer. Genç hastalarda eğer uygun verici var ise allojenik kök hücre nakli yapılır. Kök hücre nakli ile bu hastaların bir kısmı hastalıklarından tamamen kurtulurlar. Yaşlı hastalarda ve vericisi olmayan genç hastalarda AML tedavisinde kullanılan ilaçlarla tedavi yapılır. Bu grup hastalarda otolog kök hücre nakli yapılabilir. Çok yaşlı veya düşkün hastalarda kemoterapi verilemez. Bu hastalarda eritropoyetin, lökositleri uyaran ilaçlar (Neupogen), kan transfüzyonu ve trombosit süspansiyonları kullanılır.
Diğer Tedavi Şekilleri: Yukarıda belirtilenlerden başka MDS tedavisinde azacitidin (Vidaza) en yaygın kullanılan ilaçtır. Tedaviye yanıt geç başladığından 4-6 ayda mksimum yanıt alınır. Trans retinoik asit (vesanoid),  siklosporin (Sandimmun), interferonlar, interlökinler, kortikosteroidler (Prednol, ultralan, dekort) ve anabolizanlar (Anapolon),  arsenik trioksit (Trisenox) ve amifostin (Ethyol) düşük ve orta riskli grupta  kullanılan diğer ilaçlardır. Beşinci kromozom bozukluğu olanlarda son yıllarada kullanılmaya başlanan Revlimide (lenalidomid) ile başarılı sonuçlar alınmaya başlanmıştır.

Kaynak: hematolojika.com

Yayınlayan: Unknown03:13

Multipl Myelom Nedir?

Multipl Myelom (MM)

Multipl myelom nedir?
Nadir bir hastalıktır, sıklıkla yaşlılarda  görülür. Bağışıklık  sisteminde rol oynayan plazma hücrelerinin kontrolsüz çoğalması MM’ u meydana getirir. Plazma hücreleri lenfositlerden meydana gelirler. Mikropla karşılaşan lenfositler plazma hücrelerine dönüşerek antikor üretirler. Antikorlar mikropların nötrofiller tarafından öldürülmesini sağlarlar. Multiple myelom, plazma hücreleri ve dolayısıyla aşırı antikor yapımı ile karakterize bir hastalıktır. Multipl myelomda kemiklerin zayıflaması veya kırılmasına, enfeksiyonlara karşı vücut direncinin düşmesine ve böbrek rahatsızlığına sık rastlanır.
MM hangi şikayetleri oluşturur?
Hastalarda sıklıkla halsizlik, kilo kaybı, kemik ağrıları ve  bazen kemik kırıkları görülür. Bel bölgesi kemik kırıklarının  sık oluştuğu bir bölgedir. Kemik ağrıları  hareket halinde iken oluşur ve hasta bu şikayetler ile  bir fizik tedavi uzmanına baş vurur. Bazı hastalarda ise böbrek yetmezliği ve buna bağlı şikayetler oluştuğundan nefroloji servisine baş vururlar. Bu hastalarda idrar miktarında azalma, bulantı, tansiyon yüksekliği görülür. Yine hastaların önemli bir kısmında kansızlığa bağlı halsizlik, çabuk yorulma, solukluk gibi şikayetleri vardır.
Bağışıklık sistemleri bozuk olduğundan hastalar ateşli hastalığa sık yakalanırlar. Özellikle idrar yolu enfeksiyonları ve akciğer enfeksiyonlarına  sık rastlanır.
MM nedenleri nelerdir?
Bilinen kesin bir nedeni yoktur. Ancak petrol ve kimyasal maddelerle uğraşanlarda ve radyoterapiye maruz kalanlarda hastalığın görülme sıklığı artar.
MM diyetle ilişkisi var mı?
Diyetle MM arasında direk bir ilişki olmamakla beraber fazla hayvansal yağ tüketenlerde ve şişmanlarda  daha sık görülür. Fazla sebze balık tüketenlerde ve ilave C-vitamini alanlarda MM daha az görüldüğü ileri sürülmektedir. Hastalarda sıvı kaybı fazla olduğu için yeterli su almaları önemlidir. Kemikleri kuvvetlendirici ilaç (Zometa®, Bonefos®) kullananların kalsiyum almaları gerekir.
MM tanısı nasıl konur?
MM tanısı için yukarıdaki şikayetleri olan hastalarda kan sayımı ve olağan biyokimyasal testler (AKŞ, üre, kreatinin, albumin,vs ) ve protein elektroforezi yapılır.Testler MM düşündürüyorsa idrar ve kanda immun elektroforez, immun globülinlerin  tayini ve kemik iliği biyopsisi yapılarak tanı konulur. Kemik iliğinde tipik bir MM şekilde gösterilmiştir. Ayrıca hastalığın kemiklerdeki yaygınlığını tespit etmek için bel bölgesi başta olmak üzere kemikler taranır. Kemiklerde zımba ile delinmiş gibi lezyonların görülmesi hastalık için oldukça spesifiktir. Ağrı olan kritik bölgelerin gerekirse bilgisayarlı tomografileri çekilir.
Multipl myelomda Kemik iliği
Kafa tasında litik lezyonlar 


MM da hastalığın seyrini gösteren kriterler var mıdır?
Hastalığın evresi, bazı kromozom bozuklukları, CRP, beta 2 mikroglobülin, kan albümin düzeyi, plazma hücrelerinin çoğalma indeksi gibi parametrelere bakarak hastalığın nasıl seyredeceği hakkında önceden bilgi sahibi olunabilir. İleri evre hastalık , kromozom bozukluğu varlığı (4:14,11,13.kromozom),  düşük albümin düzeyi, beta 2 mikroglobülin fazlalığı, CRP’ nin yüksek olması hastaların yaşam sürelerinin diğer hastalara göre daha kısa olacağını ve hastalığın hızla ilerleyeceğini gösterir. Bu gibi durumlarda hasta için uygun tedavi seçilerek hemen başlanmalıdır.
MM da tedavi seçenekleri nelerdir?
Herhangi bir şikayeti olmayan erken evre  hastalar tedavi verilmeden takip edilir. Bu hastalarda kemoterapi faydalı değildir. Ancak hastaların periyodik olarak kontrol edilmeleri gerekmektedir.
Kemoterapi :Şikayeti olan, ilerleyici hastalığa sahip olan hastalarda  kemoterapi kullanılır.  Kemoterapi olarak bir veya birden fazla ilaçtan oluşan kemoterapi protokolleri uygulanır. İleri yaştaki hastalarda Melphalan (Alkeran®), Kortizon ( Dekort®, Prednol®, Ultralan® ) ile birlikte veya tek başına kullanılabilir.  Altmış- altmışbeş yaşına kadar uygun hastalarda, otolog kök hücre nakli yapılır. Kök hücre naklinden önce kemoterapi verilerek  hastalık en az düzeye indirilir.Kemoterapi  olarak önceleri vincristine+kortizon+adriamisindenoluşan (VAD)şeması  sık kullanılırken son yıllarda bortezomib+thalidomide+kortizondanoluşan kemoterapi protokollerinin daha etkili olduğunun anlaşılmasından sonra  daha yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kök hücre naklinde genellikle yüksek doz Melphalan kullanılır. Bazen otolog kök hücre nakli ardışık olarak 2 kez yapılabilir. Kemik iliği vericisi olan genç hastalarda ise allojenik kemik iliği nakli  yapılabilir. Bunun için hastanın yaşı, uygun vericisinin olup olmaması  ve hastalığın durumu önemlidir. Yaşlı hastalarda ve  ikincil hastalıkları (kalb hastalığı, diyabet ) olduğunda mini allojenik kök hücre nakli  (ayrıntılı bilgi için kemik iliği nakli bölümüne bakınız) yapılabilir.
Son birkaç yıldır MM tedavisinde çok yeni ilaçlar kullanılmaya başlandı. Bu ilaçlar ile sağlıklı hücreye zarar vermeden doğrudan myelom hücreleri öldürülür. Bortezomib (Valcade®),Thalidomide ve Revlimid  bunlardan bazılarıdır. Günümüzde yaşlı veya otolog kemik iliği nakli yapılamayan hastalarda Thalidomide+kortizon +melphalan  veya Bortezomib + kortizon +melphalan standart tedavi olarak uygulanmaktadır.  Ayrıca  revlimid +kortizon ile alınan sonuçlarda çok başarılıdır. Thalidomide,bortezomib,melphalan ve kortizonun birlikte kullanılması ile daha iyi cevaplar alındığı bildirilmektedir. Son zamanlarda carfilzomib (Kyprolis), Pomalidomide (Pomalyst) 2-3.kuşak ilaçlar tedavide kullanıma başlanmıştır. Carfilzomib bortezomibe göre daha az yan etkiye sahiptir özellikle nöropati gelişen hastalarda kullanılmaktadır. Pomalidomide ise thalidomide ve revlimide den sonra geliştirilen aynı grubun 3.kuşak  ilacıdır.Thalidomide kullanan hastalar nöropati, bortezomib kullanan hastalar ise nöropati ve trombositopeni yönünden özellikle takip edilmeleri gerekmektedir.
Radyoterapi:Radyoterapi yardımcı tedavi yöntemi olarak kullanılabilir. Hastaların çoğunda kemikler zayıf hatta bazılarında kırıklar oluşmuştur. Kırılması olası kemiklere kırık oluşmasını engellemek için veya ağrı tedavisinde radyoterapi yapılabilir. Bazen kök hücre nakli sırasında radyoterapi kullanılabilir.
Kemikleri güçlendiren tedavi: Hastalarda olası kemik kırıklarını engellemek  amacıyla çeşitli ilaçlar kullanılır (Zometa®, Bonefos® ). Eğer kırık oluşursa ameliyatla hastalıklı kemiğe hemen müdahale edilmesi gerekir. Bu durumda oluşacak gecikmeler hastaların felç kalmalarına neden olabilir.

Destek tedavisi;
Hastaların çoğunda anemi vardır. Anemi için eritrosit transfüzyonları, erythropoietin (Eprex®, Neo recormon®)  kullanılır. Hastaların bağışıklık sistemleri bozuk olduğundan  enfeksiyon sık görülür. Enfeksiyon halinde uygun antibiyotik kullanmaları gerekir. Kemik  ağrıları yaygın ve sıklıkla oluştuğundan romatizmal hastalıklarda kullanılan ağrı kesici (Voltaren®, Apranax®, Naprosyn ®vs)  ilaçlardan faydalanılır.

Kaynak: hematolojika.com

Yayınlayan: Unknown03:10

Akut Böbrek Yetmezliği


Akut böbrek yetmezliğinde çıkarılan id­rar miktarı birden azalır ve buna bağlı olarak organik sıvı miktarı ile bu sıvı­nın içerdiği maddelerin yoğunluğu önemli ölçüde değişikliğe uğrar.

Birçok böbrek akut böbrek yetmezliği belirtileri verebildiği için ön­ce bu hastalıkları eleyecek incelemeler yapıldıktan sonra tam konur.



Akut Böbrek Yetmezliği Nedenleri: 

Bu hastalığın nedenleri üç aşamada in­celenebilir: Böbreklerden önce, böbrek­lerde ve böbreklerden sonra ortaya çı­kan bozukluklar. Başka bir deyişle, ka­nın böbreklere gelmesinden önce, böb­reklerde süzülmesi sırasında ve daha sonra idrarın sidik torbasına akışı aşa­masında çeşitli bozukluklar görülebilir. İlk grupta aşırı su kaybı ya da ağır dola­şım yetmezliği gibi durumlar sonucu dolaşımdaki kan ile damar boşluğu ara­sında ortaya çıkan bir dengesizlik söz konusudur. Kanın organizmanın her ye­rine yeterli miktarda ulaşamadığı bu gi­bi durumlarda bir dizi karmaşık refleks mekanizması devreye girer. Böylece beyin ve kalp gibi organların kansız kalmaması uğruna aralarında böbrekle­rinde bulunduğu bazı organlara kan akışı engellenir. Böbreklere yeterince kan gitmemesi ani ölümle sonuçlanabilir. Böbrek iskemisi, yani böbreklere az kan gitmesine bağlı bölgesel kansızlık, çıkarılan idrar miktarının birden azal­masına ve tamamen kesilmesine yol açar. Böbrek iskemisinin kısa sürdüğü durumlarda önemli yapısal bozuklukla­rın görülmediği "işlevsel yetersizlik" ortaya çıkar. İskeminin uzun sürdüğü durumlarda ise ağır doku yıkımı ve bu­nu izleyen böbrek borucukları ve/ya da böbrek kabuğu (korteks) nekrozu (doku yıkımı) gelişir.

Böbreklerden kaynaklanan akut böbrek yetmezliği nedenleri bu organın çeşitli hastalıklarını kapsar.
Böbrek borucukları nekrozu: Akut böbrek yetmezliğinin en sık görülen ne­denidir.
Akut glomerülonefrit: Ender durum­larda akut böbrek yetmezliğine yol açar.
Damar hastalıkları: Değişik biçimler­de ortaya çıkabilir. Emboli ya da tromboza bağlı olarak tıkanan damarlar her iki böbreği işlev dışı bırakabilir (iki yanlı, yaygın böbrek enfarktüsü). Kan­sız kalma ve/ya da damarların kasılıp büzülme refleksi sonucu glomerül ağı­nın bulunduğu böbrek kabuğu bölgesin­de nekroz, yani geriye dönüşsüz doku yıkımı ortaya çıkabilir. Kabuk nekrozu özellikle gebeliğin son aylarında septik (mikroplu) düşüğe bağlı akut böbrek yetmezliğinin bir sonucu olarak gelişir.Enfeksiyonlar: Özellikle böbrekleri kansız bırakan ağır enfeksiyonlar böb­reğin iç bölgesini (medulla) ya da bura­daki memecik (papilla) bölgesini nek­roza uğratarak akut böbrek yetmezliği­ne yol açar.

Böbreklerden sonra akut böbrek yetmezliğine yol açan nedenler özellik­le orta ve ileri yaşlarda görülür. İdrar yollarının tıkanması idrar çıkışını bütü­nüyle engelleyebilir (anuri). Örneğin, böbrek taşlan ya da boşaltım sistemi tü­mörleri idrar borusunu tıkayacak biçim­de baskı yapabilir. Karın zarı arkasında oluşan lifli nedbe dokusu da idrar boru­sunu sararak tıkanıklığa yol açabilir.

Akut Böbrek Yetmezliği Tedavisi,
Böbreklerden önce ve sonra ortaya çı­kan bozukluklara bağlı olan akut böb­rek yetmezliklerinde önce yüksek tansi­yon, konjestif (dokularda su tutulması ve damarlarda kan toplanmasına bağlı) kalp yetmezliği ve hücre dışı sıvı azal­ması gibi, etken olan birincil hastalık te­davi edilmelidir. Akut böbrek yetmezli­ğinin başlıca nedenlerinden akut böbrek borucukları nekrozunun (doku yıkımı) tedavisinde temel amaç vücuttaki orga­nik sıvıların ve bu sıvılardaki madde yoğunluklarının belli düzeylerde tutul­masıdır. Ayrıca böbreklerin boşaltım iş­levi bozulduğu için vücuda zararlı me­tabolizma ürünlerinin yoğunluğu, bes­lenme ile alınan proteinlerin azaltılma­sıyla dengelenmelidir. Çıkarılan idrar miktarının azaldığı dönemde olası en­feksiyonlara karşı hastayı mikroplardan uzak tutmak gerekir. Hastaya verilecek sıvı deri ve bağırsak gibi çeşitli yollarla yitirilen sıvı miktarı göz önünde tutula­rak belirlenmelidir. İdrar, kusma, ishal ve ateş hastanın gerçek su gereksinimi­ni belirleyen sıvı kayıplarına yol açar. Hastaya verilecek sıvı miktarı saptanır­ken 250-500 gr arasında değişen günlük normal su kaybı temel alınır.
Ayrıca plazmada sık' sık sodyum düzeyine ba­karak, sodyum yoğunluğu düştükçe ve­rilen sıvı miktarı azaltılır. Kusma ve is­hal gibi yollarla aşın sıvı kayıplarının görülmediği hastalarda, kaybedilen sıvı miktarına ek olarak 24 saatte yaklaşık 400-600 ml sıvı vermek uygundur. Bu hastalara verilen yiyeceklerde enerji ge­reksinimi yeterli ölçüde karşılanmalı, ama yıkım ürünleri böbreklerden atılan proteinlerde kısıtlamaya gidilmelidir. Böbrek yetmezliğinde izlenecek beslen­me düzenine ilişkin ayrıntılı bilgi Sağ­lıklı Yaşam" cildinde verilmiştir. Hasta­lık hafif seyrediyorsa ağızdan, daha ağır durumlarda burundan mideye uza­tılan sondayla, mide-bağırsak işlevleri bozuk hastalarda damardan besleme ya­pılır.
Doğal olarak bu üç değişik yolla verilen besinler farklılık gösterir. Ağız­dan beslemede uygun ölçüde karbon­hidrat ve protein içeren, potasyum ve sodyum içermeyen, olabildiğince yağ­sız besinler verilmelidir. Beslenmenin burun sondasıyla yapılmasını gerekti­ren durumlarda daha önceden hazırlan­mış, hastanın bütün beslenme gereksinimini karşılayacak karışımlar kullanı­labilir. Damardan beslemede yüksek oranda glikoz (yüzde 25) içeren serum­lar hastaya günde 100-200 gr glikoz sağlayacak biçimde verilir. Potasyum özel dikkat gerektirir. Böbrek yetmezli­ğinde plazma düzeyi artan potasyum, özellikle kalpte karıncıklar arasındaki elektrik iletişimini bozarak kalp durma­sına yol açabilir. Bu tehlikeli etkisinden dolayı kanda potasyum artışı hemen denetlenmelidir. Kanda potasyum yüksel­mesi ağızdan iyon değişimi sağlayan reçinelerin verilmesi, potasyumun hücre dışı sıvılardan hücre içine geçmesini sağlayan şekerli çözeltilerin ya da ensü­linin damar yoluyla verilmesiyle denet­lenir. İyileşme belirtileri görülüp azalan idrar miktarında artış başladıktan sonra sıvı ve gıda alımındaki kısıtlamalar ya­vaş yavaş kaldırılır.
Ama protein alımı üre ve kreatininin kandaki değerleri normale ulaşana değin denetim altında tutulur. Tedaviyi yönlendiren idrar ve kan tahlillerinin sonuçlan normale dö­nünce tedavi kesilebilir. Hastaların bü­yük bir bölümünde perhiz yapmak, sıvı ve elektrolitleri ölçülü almak vücutta aşın sıvı tutulmasını önlemede, hücre dışı sıvıların bileşimini normal yoğun­lukta tutmakta ve üremi belirtilerini or­tadan kaldırmakta yetersiz kalır. Bu ne­denle hastada idrarın azaldığı ya da bü­tünüyle kesildiği dönemde zaman ge­çirmeden diyalize başvurulur. Böbrek yetmezliğinde gecikmeden uygulanan periton (karın zan) diyalizi ya da hemo­diyaliz (kan diyalizi) komplikasyonları büyük ölçüde önler.

Kaynak: bobrekyetmezligi.gen.tr

Yayınlayan: Unknown03:05

Lösemi: Tipleri, Nedenleri, Belirtileri, Tanısı ve Tedavisi

LÖSEMİ (KAN KANSERİ)

Bir hastalık grubu olarak adlandırılan löseminin diğer adı kan kanseridir. Çünkü bu hastalıklar, vücuttaki tüm büyük kemiklerin iç kısmını döşeyen ve kan yapımını sağlayan kemik iliğinde gelişir. Diğer kanser türleriyle benzer özellikler gösterirler.
Lösemi bir hastalık grubu olduğundan birçok farklı tipi vardır. Fakat bütün lösemilerin ortak özelliği vücudu mikroplara karşı savunan lökositlerin (akyuvarlar) kontrol edilemeyecek düzeyde çoğalmasıdır. Bu lökositlerin kontrolsüz çoğalması sonucu bunlar vücudu savunamayacak hale gelir ve eritrosit (alyuvar) ve trombosit gibi diğer kan hücrelerinin görevini aksatmasına yol açar. Normalde 1 mm3 kanda 5 milyon eritrosit ve 4 bin ile 11 bin arasında lökosit bulunur. Lösemide ise lökosit sayısı 1 mm3 kanda 1 milyona kadar çıkabilir.

LÖSEMİ TİPLERİ

Hangi akyuvar türü aşırı miktarda çoğalıyor ve kanserleşme gösteriyorsa hastalık o akyuvar adıyla tanımlanır. Mesela, lenfosit ( ya da lenfositik) lösemisi, akyuvarın bir çeşidi olan ve lenf sistemindeki lenf hücrelerini etkiler. Diğer tip ise myeloid lösemi denen, myeloblastların (olgunlaşmamış kan hücreleri) aşırı çoğalmasıdır.
  • Akut Lenfositik Lösemi: (ALL) Lenfosit, lenfoblast olarak adlandırılan olgunlaşmamış kan hücrelerinin dönüşümü ile oluşur. Lenfoblastlar bu kanser türünde çok fazla artmıştır. Bunlar, lenf düğümlerinde birikir ve şişliğe yol açar. Akut lenfositik lösemi, çocukluk çağında en sık görülen lösemidir.
  • Akut Myeloid Lösemi: (AML) Olgunlaşmamış kan hücresi olan myeloblastların aşırı çoğalması ile karakterizedir. Bu hücrelerin kemik iliğinde çoğalması sonucu kan hücreleri üretilemez ya da az üretilir. Bu hücreler üretilmezse enfeksiyonlar artar, kansızlık gelişir.
  • Kronik Lenfositik Lösemi: (KLL) Olgun lenfositler gibi görünmelerine rağmen, vücudu savunmaktan acizdirler. Bu hücreler, kemik iliğinde çok fazla üretilir. Fakat koruyucu rolleri yoktur. Erişkinlerde görülür, yavaş yavaş gelişir ve ilerler. Hasta yıllarca yaşayabilir. 50′li yaşlardan sonra görülme sıklığı artar. Bu yaş grubunda en sık görülen lösemi türüdür. Hastalık yavaş seyreder.
  • Kronik Myeloid Lösemi: (KML) KLL gibi, olgun görünen fakat görevini gerçekleştiremeyen hücrelerin anormal artışı vardır. Bütün normal hücreler bitene kadar bu hücre artışı sürer. Erişkin çağındaki lösemilerin %25-60′ını oluşturur. En çok 25-60 yaşlarında görülür. Erkeklerde daha sık görülür.

LÖSEMİNİN NEDENLERİ

Löseminin nedenleri arasında bazı faktörler gösterilse de henüz tam olarak nedeni bilinmemektedir. Tek yumurta ikizlerinde, Down senromlularda, fanconi anemisi olanlarda görülmesi, hastalıkta genetik faktörlerin, kromozomanormalliklerin rol oynadığını göstermektedir. Ayrıca iyonize radyasyona, benzen ve alkilleyici ajanlar gibi kimyasal maddelere maruz kalanlarda görülme riski artmıştır. Farelerde virüsler tespit edilmiştir fakat insanlardaki lösemilerde virüslerin yeri tespit edilememiştir. Özellikle kronik lenfositik lösemide ırk faktörünün önemli olduğu saptanmıştır. Beyaz ırkta fazla, sarı ırkta az görülmektedir.

LÖSEMİNİN BELİRTİLERİ

Akut lenfositik lösemide çabuk yorulma, kanamalar, halsizlik, kilo kaybı, kemik ağrısı, eklem şişliği yakınmaları vardır. Yapılan fizik muayene sırasında lenf bezleri büyümüştür ve karaciğerle dalak büyümüştür. Eğer enfeksiyon varsa titreme, ateş, terleme görülür. Bu belirtiler bütün lösemi türlerinde görülür. Sinir sisteminde tutulum varsa kafa içi basıncı artmıştır. Akut myeloid lösemide de aynı belirtiler görülür. Fakat lenf bezlerinde büyüme daha azdır.Diş eti kanamaları sık görülür.
Tipik kronik lenfositik lösemide lenf bezlerinde belirgin büyüme vardır. Bakteriyel enfeksiyonlar sık görülür. Kronik myeloid lösemili hastalar doktora başvurduğunda genelde son 2-6 ay içinde bulgularda artma olmuştur.

LÖSEMİ TANISI VE TEDAVİSİ

Lösemi tedavi edilebilir hastalıklar grubuna katılmıştır. Artık, lösemili çocukların yarısından fazlası iyileşebilmektedir. Aslında çocuklarda kanser türü hastalıklar pek görülmez; ama çocuklarda görülen her üç kanserden birisi lösemidir ve tedavi edilmezse ölüme neden olur.
Löseminin tanısı oldukça kolaydır. Yapılan kan sayımı ile akyuvarlarda anormal artış olup olmadığı kolaylıkla anlaşılır. Ayrıca kemik iliği başta olmak üzere kan yapan dokulardan alınan örneklerle daha ayrınıtılı inceleme yapılabilir. Böylece löseminin tipi belirlenebilir.
Lösemi tedavisindeki amaç, kandaki akyuvarların sayısını azaltmaktır. Bunun için cerrahi uygulanamayacağından, tedavinin temeli kanser ilaçlarının kullanımıdır. Bu tedavi ile kanser hücreleri azaltılır. Bu tedavi, ışın tedavisi (radyoterapi) ile birlikte uygulanır. Hücreleri öldürmek ve çoğalmasını durdurmak için hastalıklı dokulara belli miktarlarda X ışınları uygulanır. İlacın miktarının muntazam olması, lösemi tipine uygun ilaç seçimi, tedavi süresinin doğru ayarlanması iyileşmeyi oldukça arttırır. Oldukça yoğun tedavi uygulandığından hasta oldukça sarsılır. Eğer tedavi sonrası hastalık tekrarlarsa tedavi tekrarlanır. Lösemili hastalarda görülen bulantı, kusma, saç dökülmesi, ve enfeksiyonlara eğilimin artması kemoterapinin yan etkileridir.
Kemoterapi sonrası kemik iliği nakliyle tamamen iyileşme ihtimali oldukça yüksektir. Ölümcül ve akut lösemi tiplerine uygulanır. Eğer ilaç tedavisi yeterli olmuyorsa da kemik iliği nakli yapılır. Bu işlem yapılırken kemik iliğindeki kanserli hücreler parçalanarak yok edilir. Daha sonra hastanın yakın akrabasından alınan kemik iliği vücuda şırınga edilir. Bu yeni ilik, doku uyuşmazlığı olmazsa sağlıklı akyuvar hücrelerini üretir. Bütün organ nakillerindeki (ya da doku nakli) gibi hasta ile kemik iliği veren arasında kemik iliği hücreleri mutlaka uyuşmalıdır. Eğer uyuşmazsa lösemili hastanın vücudu bunu yabancı madde olarak algılar ve yok eder. Yani reddetmiş (organ-doku reddi) olur. Bu problem, özellikle yaşlılarda sık görüldüğünden 50 yaşın üstünde kemik iliği nakli pek yapılmaz. Günümüzde her 3 lösemiliden birine uygun bir verici bulunur.
Lösemililerde bağışıklık sistemi yeni hücrelere şiddetli bir tepki verdiğinden dolayı, bunu engellemeye yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Bilim adamları kemik iliği veren kişilerin hücrelerini ayırarak bağışıklık sisteminin tepkisini engelleyeceğini düşünüyorlar. Fakat bu araştırmalar uzun zaman almaktadır.
Kaynak: sağlık.net

Yayınlayan: Unknown02:34

1 Haziran 2013 Cumartesi

Lenfödem Nedir?

Lenfödem Nedir?



Lenfatik sistem nedir?

Lenf sistemi; lenf damarları, lenf kılcalları, lenf hücreler, lenf nodülleri, bademcikler, timüs bezi ve dalaktan oluşuyor. Vücudu oluşturan hücreler bir sıvı ortamında bulunuyor. Bu sıvının içinde, hücreler için gerekli olan besin ve oksijen bulunuyor. Hücreler, ihtiyaç duydukları maddeleri aldıktan sonra atık maddeleri bu ortama bırakıyor. Bu atıklar, lenf sıvısı içinde taşınıyor ve lenf nodüllerinde süzüldükten sonra temiz lenf sıvısı olarak dolaşıma katılıyor. Dolayısıyla lenfatik sistem; bağışıklık sistemiyle beraber çalışarak, vücut savunmasında koruyucu filtre görevi gören bir sistem olarak tanımlanıyor.

LENFÖDEM

Nedir?

Lenfödem, lenfatik sistemdeki bozukluktan dolayı hücreler arası sıvıda meydana gelen artış olarak tanımlanıyor. Hangi nedenle olursa olsun lenfatik sistem düzgün bir şekilde çalışmıyorsa veya damarlar uygun bir şekilde sıvıyı drene edemiyorsa, dokular içinde sıvı birikebiliyor. Biriken sıvı miktarı lenfatik sistemin taşıma kapasitesinden büyükse lenfödem oluşuyor.

Tipleri neler?

Primer (doğuştan gelen) lenfödem:

Bebek anne karnındayken, lenf damarlarının yeteri kadar gelişmemesi nedeniyle ortaya çıkıyor. Fakat vücudun sağlam damarları, gelişmemiş olan damarların görevini üstlenerek sistemin çalışmasını sağlıyor. Lenf sistemi üzerine binen aşırı yükle (travma, hamilelik, enfeksiyon, ergenliğe giriş) tetikleniyor. Primer lenfödem tek bacakta olabildiği gibi, sadece bir bacakta başlayıp diğer bacağı da etkisi altına alabiliyor.

Sekonder lenfödem:

Lenfödemin bu tipinde lenf sistemi doğumdan itibaren normal olarak çalışıyor. Sekonder lenfödem en sık, kansere bağlı olarak yapılan cerrahi uygulamalar ve radyoterapi ile ortaya çıkıyor. Kanser cerrahisi sırasında, kanserli bölge alınırken ilgili lenf nodülleri de alınıyor. Bu operasyon zamanla lenf akışını bozup lenfödeme sebep olabiliyor. Örneğin meme kanseri tedavisinde, memeyle birlikte koltukaltından alınan lenf nodülleri sayısına bağlı olarak kolda lenfödem gelişebiliyor. Ayrıca kanser tedavisinde cerrahi işlem yapılmamışsa bile, alınan radyoterapi lenf nodüllerinin çalışmasını bozabiliyor ve bu da lenfödeme neden olabiliyor. Fakat lenf nodüllerinin alınması hastada kesinlikle lenfödem oluşacağı anlamına gelmiyor. Lenfödem, zamanla tetikleyici faktörlerin etkisiyle ortaya çıkabiliyor. Koltukaltı lenf bezleri alınan ve radyoterapi gören meme kanserli bir hastada lenfödem oluşma oranı yüzde 25. Yani bu koşullardaki her 4 meme kanseri hastasından birinde lenfödem oluşuyor.

Kronik venöz yetmezlik sonucu görülen lenfödem:

Toplardamarların kanı yeteri kadar kalbe götürememesi ‘venöz yetmezlik’ olarak tanımlanıyor. Venöz yetmezlik en fazla bacaklarda dizaltı bölgesinde görülüyor. Nedeniyse, bu bölgenin kalbe en uzak noktada olması. İyi çalışmayan venöz sistemin kanı tekrar kalbe göndermesine lenf sistemi yardımcı olmaya çalışıyor. Bu yardım sırasında lenf sistemine aşırı yük biniyor ve lenf kapakları işlevini yapamaz hale geliyor, bunun sonucunda lenfödem gelişiyor.

Lipödem sonucu gelişen lenfödem:

Lipödem, nedeni belli olmayan bir kadın hastalığı, erkeklerde çok nadir görülüyor. Hastalık bazen menstürasyona (adet dönemi) girişte, bazen de hamilelikte başlıyor. Lipödemde, her iki bacakta da simetrik olarak yağ artışı görülüyor. Lipödeme aynı şekilde kollarda da rastlanabiliyor. Vücudun artan yağ oranıyla birlikte lenf sisteminin taşımakla yükümlü olduğu su ve protein miktarı da artıyor. Bunun sonucunda zamanla aşırı çalışan lenf sistemi bozuluyor ve görevini yapamaz hale geliyor. Lipödeme bağlı lenfödem de bu şekilde gelişiyor.

Hangi belirtileri veriyor?

Lenfödem belirtileri, ilk olarak el ve ayakların üst taraflarında görülüyor. Kol ve bacak ağrılarında artış söz konusu oluyor. Bu bölgelerde cilt gergin ve sert hale geliyor. El veya ayaklarda duyu bozuklukları ve eklem sertlikleri görülebiliyor. Dirsekte veya dizin arkasında gerginlik ve hassasiyet oluşabiliyor.

Nedenleri neler?

  • Radyoterapi uygulaması
  • Cerrahi müdahale
  • Travma
  • Tümöral bozukluk sonucu lenf yollarının tıkanması veya kesintisini takiben ilgili bölgede de (kol veya bacak) lenfödem gelişebiliyor.


Tedavi yöntemleri neler?

Lenfödem tedavisinde uygulanacak yöntem kompleks boşaltıcı fizyoterapi.
Bu tedavi 4 farklı yöntemden oluşuyor:

  • Manuel lenf drenajı
  • Kompresyon (bandaj ve çorap)
  • Cilt bakımı
  • Egzersiz


Manuel lenf drenajı:

Lenf sisteminin eller ile manüple edilerek, bloke olmuş sıvının serbest akışının sağlanması tekniği ve elle uygulanan özel bir yöntem. Ödemli bölgeden lenf sıvısının alınıp vücudun çalışan bölgelerindeki lenf nodüllerine transferi amaçlanıyor. Manuel lenf drenajı derinin tam altındaki yüzeyel lenf damarlarına hafif basınç uygulaması ile yapılıyor. Manuel lenf drenajı dolaşıma etkisi olmayan diğer terapötik masaj teknikleriyle karıştırılmamalı. Diğer masaj teknikleri lenfödem için faydalı olmadığı gibi zararlı da olabiliyor.

Kompresyon bandajı:

Manuel lenf drenajından sonra aktive olmuş lenf sisteminin etkinliğini koruma amaçlı yapılan özel bir bandajlamadır. Yapılan bandajlamada basıncın en uçtan itibaren çok dengeli şekilde ayarlanması gerekiyor. Kısa çekişli ve elastik olmayan bandajlar, basınç ayarlanması için yün sargılar kullanılıyor. Bu bandajların görevi; kas aktivasyonu sırasında yüksek basınç, istirahat halinde ise düşük basınç uygulaması nedeniyle lenf sıvısının etkilenmiş uzuvda tekrar birikmesini önlemek. Diğer bandaj şekillerinin lenfödem için oldukça zararlı olduğu bilindiğinden kullanılması önerilmiyor.

Kompresyon çorapları:

Tedavi bitiminde takip süresince giyilmesi gereken materyaldir. Her kişiye özel ölçü alınarak, özel örüm tekniğiyle yapılıyor. Basınç ayarlamasının çok önemli olması nedeniyle ölçü alımının çok iyi yapılması gerekiyor.

Cilt bakımı:

Lenfödem bulunan deride cildin kurumasından dolayı Ph değeri 5.5 olan nemlendiricilerin kullanılması gerekiyor. Ödemli bölgedeki katlantılarda da sık sık mantar oluşup oluşmadığının takibi gerekiyor.

Egzersiz:

Lenf sıvısının akış hızı iskelet kasları tarafından sağlanan aralıklı dış basınca bağlı. Bu nedenle sıvı drenajına yardım etmek için kas aktivitesi gerekiyor. Egzersizler bandaj veya çorap kullanımı eşliğinde yapılmalı, dirençli egzersizlerden ve ağırlık çalışmalarından kaçınılmalı. Egzersizin programının hastaya özel olarak tedavi yürüten fizyoterapist tarafından hazırlanması gerekiyor. Lenfödem hastalarında ısınma ve pompalama, solunum ve hafif germe egzersizleri yapılmalı.
Meme kanseri tedavisinde memeyle birlikte koltukaltından alınan lenf nodülleri sayısına bağlı olarak kolda lenfödem gelişebiliyor.


Meme kanseri tedavileri sonrası her dört hastadan birinde lenfödem oluşuyor. Lenfödem belirtileri ilk olarak el ve ayakların üst kısmında görülüyor.

LENFÖDEMİ VEYA LENFÖDEM İHTİMALİ OLAN KİŞİLER NELERDEN KORUNMALI?

  • Enfeksiyon (kesikler, enjeksiyonlar, böcek ısırmaları, yanıklar)
  • Aşırı kilo alma ve dengesiz beslenme
  • Yetersiz veya aşırı egzersiz
  • Kolun aşırı ısıya maruz kalması
  • Ağır yük kaldırma
  • Kolun baş üzeri pozisyonda uzun ve yorucu çalışması
  • Uzun yolculuklar (özellikle uçak yolculukları)
  • Etkilenen kol veya bacağın sıkılması (tansiyon ölçülmesi, sıkı saat, sıkı kıyafetler)

BUNLARA  DİKKAT EDİN!

Lenfödem riski taşıyan ve lenfödemli ekstremitenin bakımı ve korunması büyük önem taşıyor. Tedaviden sonra  tedavinin başarısının devam etmesi için hastanın da dikkat etmesi gerekenler ise şu şekilde sıralanıyor:
  • Etkilenmiş ya da risk taşıyan ekstremitenin bakımı ve temizliğine çok dikkat edilmeli.
  • Cilt temiz tutulmalı ve iyice kurulanmalı, hiçbir zaman nemli bırakılmamalı. Cilt bakımı ve esnekliğine dikkat edilmeli, nemlendirilmesi için yağsız kremler, vücut sütü, vücut losyonu gibi yağ içeriği çok az olan nemlendiriciler kullanılmalı. Sıcak günlerde terlemeyi ve ciltte mantar oluşumunu engellemek için ‘anti-fungal’ (mantar önleyici) pudralar kullanılmalı.
  • Hangi tipte olursa olsun deri travmalarından, böcek ısırıklarından, kesik ve yanıklardan kaçınılmalı. Etkilenmiş kola, manikür ve enjeksiyon yaptırılmamalı. Etkilenmiş veya diğer ayaktaki nasırlar kesilmemeli, yumuşatıcı kremlerle korunmalı. Tırnakları keserken deriyi kesmemeye dikkat edilmeli. Asla jilet kullanılmamalı, istenmeyen tüyler tıraş makinesi yardımıyla alınmalı. Mutfakta veya bahçede iş yaparken kesiklerden korunmak içinse mutlaka eldiven giyilmeli.
  • Güneş yanığı oluşumuna dikkat edilmeli, güneşlenirken yüksek koruma faktörlü koruyucular kullanılmalı ve ekstremite asla uzun süre güneşe maruz bırakılmamalı. Kompresyon çoraplarının çoğu zaman güneşe karşı koruma sağlayamadığı unutulmamalı.
  • Etkilenmiş kolda itme, çekme gibi tekrarlayıcı ve kuvvetli hareketlerden, ağır ve yük bindiren sporlardan kaçınılmalı. Aerobik de istenmeyen durumlara neden olabiliyor. Bu kişiler için en ideal sporlar, yüzme ve dalma. Bunun yanı sıra lenf dolaşımını sağlamak için tedavi sonrası öğrenilen egzersizler de düzenli olarak uygulanmalı.
  • Sütyen, çamaşır, diğer giysiler ve takılar sıkı olmamalı. Bu giysilerin ciltte oluşturduğu kızarıklıklar lenf dolaşımının engellendiği anlamına gelebilir. Geniş omuz askısı ve gerekiyorsa askının cilde değdiği yere pamuk ped yerleştirilmesi öneriliyor. Aynı şekilde tansiyon da etkilenmiş koldan ölçülmemeli.
  • Uçak yolculuğu sırasında basınç düşmesi nedeniyle kol çorabı ve kompresyon bandajı mutlaka kullanılmalı. Eğer kolda şişlik varsa daha iyi bir basınç için hem çorap hem bandaj beraber kullanılabilir.
  • Gece uyurken etkilenmiş kolun üzerine yatmamaya özen gösterilmeli.
  • Diyet kısıtlamalarının lenfödeme bilinen bir etkisi yok. Eğer kişi aşırı kilolu değilse, düzenli beslenilmeli, aşırı tuz kullanılmamalı ama tuz asla kesilmemeli ve bol su içilmeli. Aşırı kilolardan kaçınmak, kilo fazlalığı varsa doktor ya da uzman tarafından hazırlanmış bir diyet programı uygulamakta yarar var.
  • Kompresyon giysileri gece dahil tüm gün giyilmeli. Tedaviden sonra kullanılmaya başlanan kompresyon çorabı özellikle ilk 6 ay, gece ve gündüz düzenli kullanılmalı. Eğer ekstremite geceleri kendiliğinden küçülüyorsa kompresyon çorabı gece çıkarılabilir. Kompresyon giysileri özel günlerde birkaç saatliğine çıkarılabilir.
  • Tedavi bittikten sonra da etkilenen ekstremite, en az ayda bir kez çevre ölçümü yapılarak kontrol edilmeli ve izlenen değişiklikler terapiste bildirilmeli.
  • Kompresyon giysileri talimatlara göre kullanılmalı ve temizlenmeli. Herhangi bir şikayet, bol gelmesi ya da sıkması durumunda terapiste veya üretici firmaya başvurulmalı. Kompresyon giysileri belli bir bölgeyi bant şeklinde sıkmamalı, kızarıklık oluşturmamalı.
  • Yetersiz lenf dolaşımından ötürü şişen ekstremite, tedaviyle normal ya da normale yakın hale geldikten sonra da bakımına dikkat edilmezse durumun tekrarlayabileceği unutulmamalı. Yetersiz lenf sistemi nedeniyle şişen kol veya bacak, tedaviyle normal veya normale yakın hale geldikten sonra da takibi ve bakımına devam edilmeli.

 Kaynak: memesagligi.com

Yayınlayan: Unknown12:59